SABIR SINAVI
Cânım. Cananım. Sevdiceğim. Bi'tanem. Kuzu sarmam. Yârim. Yârenim.
Yavrum. Yavrucuğum. Gözlerinde yittiğim. Yüzünde sevindiğim.
Saçlarını özlediğim. Kucağımda beklediğim. Sıcak, sımsıcak nefesini
içtiğim. Kalbimde büyüttüğüm. Göz aydınlığım. Biliyorum, söylemeye
geç kaldım. Senin bana ne anlama geldiğini anlamakta aldandım.
Sevdiğimi anlatmayı erteledim, hep sonraya bıraktım. Bak işte; sana
konuşuyorum şimdi. Yavrucuğum, can pârem, biricik tesellim. Sana söyleyemedim ama sarıp sarmalaman cennetim
oldu benim. İncecik sesin bütün baharların kuş cıvıltıları oldu
bana. Yarım-yamalak sözlerin ötelerden bin seslenişti bana. "Baba!"
dediğinde alnıma yıldızlar değdi, omzuma gökler indi. Bakışın tâ
ruhlar âleminde de özlendiğimin habercisiydi bana. Kırık dökük hecelerin
duyduğum en güzel şiirdi. Minicik parmakların avucumda, cennete çağıran
melektin bana. Cânım. Canımın içi. Kalbimin hiç bitmez sevinci.
Ruhumun bayramı. Bi'tanem. Sevdiğim. Gözleri boncuğum. Yüzü
cennetim. Saçları kara sevdam. Yürüyüşü hasretim. Dokunuşu
serinliğim. Kokusu müjdem. Meleğim. Yavrum. Yavrum. Yavrum.
Yavrucuğum. Gözlerin kime bakar şimdi? Babacığını merak eder
misin? Annene nazlanmak istemez misin? Koşup kucaklamak ister misin
beni? Ellerimde ellerinin boşluğu büyüyor şimdi. Gözlerimde
gözlerinin uçurumu derinleşiyor. Kokun çok uzakların hasreti şimdi.
Sana dokunmuş bir rüzgâr gelip de kalbimi ferahlatır mı acep? Sana
bakmış gözler bir gece gelip gözlerime değer mi? Bi'tanem, ne kadar
çok ışık var âlemde ama gözlerimizi buluşturamıyorlar ki. Güzelim, ne kadar çok ses var yeryüzünde; ama
dudaklarından hiç haber getirmiyorlar ki. Bak, çiçekler açmak üzere
yavrucuğum; senden bana, benden sana tozlar uçuşmuyor ki?
Ağlıyorum bi'tanem. İnan bana, şakacıktan değil
bu defa. Koşup teselli etmeni beklemiyorum. Yüzüme saçlarını
değdirip gözlerime şaşkınca bakmanı, omzuma ellerini koyup beni
susturmanı beklemiyorum. Ağlıyorum bi'tanem, çünkü.. Ağlıyorum
bi'tanem, çünkü sevgisiyle seni de beni de birbirimize sevgili
eyleyen En Sevgili de ağlamıştı. O'nun ağladığı gibi ağlıyorum.Gülüşünü uzaklara gönderdiği İbrahim'i için O da
gözlerinden yaş dökmüştü ya, yüzümdeki nem ondan işte yavrucuğum.
Yüzünü toprağa emanet ettiği yavrusu için O da mahzun olmuştu ya;
inan bana canım, sırf O ağladı diye ağlıyorum. Sen ağlama e mi, bi'tanem. Sen hep gül. Gül ki,
güller açsın cennetlerde. Gül ki, güldüğünü bilip ben de güleyim.
Kocaman bir teselli çöreklensin yüreğime. Kocaman bir müjde bulut
bulut gelsin, yağmur olup sele katsın beni de. Belki de İbrahim'in babası, Sevgililer Sevgilisi,
gönüllerin baş tacı kucağında sevmiştir seni. Hep böyle teselli
ediyorum kendimi. Canımızın emanetçisi, son nefeste yoldaşımız, en
büyük korkumuzda dostumuz, güzeller güzeli melek, Azrail, kim bilir
nasıl da güzel göründü sana. Söyle canım, babanın tuttuğu gibi mi tuttu
ellerinden? Canımın içi, rüyada olsun fısılda bana, annen gibi
kucaklayıp da mı götürdü seni yurduna? Başını okşadı mı yetimler
yetimi Muhammed [asm]? Gül kokusuyla seni sarıp sarmaladı mı? Senin
gibi babalarını mahzun bırakıp da yuvasına dönen, annelerini
hıçkırıklara boğup da giden kardeşlerinin cıvıltılarına kattı mı
sesini? Yavrum, yavrucuğum, O'na benden selam söyle e mi? Sana salavat getirmeyi babam öğretti bana, de,
olur mu? O'nun gözlerinin içine içine bak e mi? Bak ki, bir gece
rüyama girsin, senden haber getirsin bana. Müjdeni getirsin. Kalbime
kocaman bir bahar serinliği getirsin. O çok iyi bilir babasızlığı
da, annesizliği de; seni anlar, teselli eder seni. Yetimleri,
öksüzleri sevindirmekte üzerine yoktur O'nun. Tut ellerini, sakın
bırakma. Beni kucakladığın gibi kucakla Muhammed'i [asm] ciğer
parem. Babana sarılır gibi sarıl O'na. Yanından ayrılma sakın. Sen
bilmezsin yavrum, ben de bilmezdim ama O bilir evlat acısını,
ümmetinin üzerine öylesine çok titrer ki, söyle bize gelsin bir
gece, cennet kokulu ellerinden tutup bize getirsin seni, tutsun
ellerimizden, yeniden sevindirsin bizi.
Yavrum, bi'tanem, canımın içi, ciğer parem, kalp
sızım, ruh yoldaşım, elinin sıcağını özlediğim, seni bize veren
Rabb'imiz, seni hiç yoktan verdi. Hatırlar mısın, bir zamanlar, ne
ellerin vardı, ne gözlerin ne de yüzün. Biz yanında değilken, sana
senden yakın oldu. Senin adını biz bilmezken, seni O andı. Biz senin
varlığından bile haberli değilken, seni O var etti. Olmayan
ellerinden O tuttu. Gözlerinin olmadığını O gördü. Yüzüne gözlerini
O koydu. Seni kimseler görmezken O gördü. Seni kimseler duymazken O
duydu. Seni bize sevimli eyleyen yüzünü veren O oldu; yüzüne bizden
önce baktı. Seni bizden önce sevdi. Ve elbette, seni bizden çok
sevdi. Seni bize sevilesin diye verdi. Seni bize sevinesin diye
verdi. Seni bize sevinelim diye verdi. Bi'tanem, bizdendin ama bize ait değildin.
Emanettin bize, iki gözüm, sadece emanet. Ödünç verilmiştin, sadece
ödünç. Sadece yanımızdaydın, şimdilik beraberdik, o kadar. Ama
unuttuk, her şeyi unuttuğumuz gibi, senin de geldiğini ve
gidebileceğini unuttuk. Kokusu cennetim, bakışı güneşim, dokunuşu
baharım, sesi cihanım, evladım, seni çok sevdim. Çok sevdirildin
bana. Kalbini kalbime ısındırana emanet ol. Kalbimi kalbine
sevdirene emanet olasın. Değil mi ki, seni bana veren beni bana
verendir. Beni de seni de birbirimize bağışlar elbet. Değil mi ki,
seni benden alan seni bana verendir. Seni benim yanımda tutar elbet. Yavrum, yavrucuğum, bi'tanem; biz ayrılmadık, hiç
ayrı kalmadık. Sadece aramızdaki bahçe büyüdü. Sen öte kenarında ben
beri kenarında; bahçede çiçeklerin tozarmasını bekliyorum şimdi.
Senin gibi gülsünler diye menekşelerin başını okşuyorum şimdi. Senin
gibi seslensinler diye bülbüllerin ayak seslerini bekliyorum şimdi..
Bekliyorum...
Not: Evlat acısı yaşayanlar adına yazdığım bu
yazıyı, onlar adına gözyaşı dökerek yazdım. Çocuklarını "ebedî
çocuklar" olarak Sahibine teslim edenlerin halini anlayamam elbette.
Böyle bir imtihanla sınanmamayı dilerim Rabb'imden. Ancak "Çocuk
Taziyenamesi"ni yazan üstadımın hatırına ve hatırasına
yazdıklarımın, geçen hafta iki yavrusunu cennete gönderen Recai
Özkaya ve Nuray kardeşlerime ve diğer mahzun annelere ve babalara
teselli olacağı, henüz yavrularıyla birlikte olan kardeşlerime de
kendilerine verilenlere hakkıyla hamd etme vesilesi olacağı umudunu
taşıyorum. Yazık ki, kalbimin dili bu kadar!
S. DEMİRCİ
BEN YOKTUM
Bahi hamdini sözüme sertaç ettim
Zikrini kalbime miraç ettim
Kitabını kendime miraç ettim
Ben yoktum var ettin
Varlığımdan haberdar ettin
Aşkınla gönlümü bi karar ettin
İnayetine sığındım, kapına geldim
Hidayetine sığındım, lütfuna geldim
Kulluk edemedim affına geldim
Şaşırtma beni doğruyu söyle
Neşeni duyur hakikatı öğret
Sen duyurmazsan ben duyamam
Sen söyletmezsen ben söyleyemem
Sen sevdirmezsen ben sevemem
Sevdir bize hep sevdiklerini
Yerdir bize hep yerdiklerini
Yar et bize erdirdiklerini
Elm Hz. İbrahim aleyhisselamın imtihanını hiç düşündünüz mü?
Canlı canlı ateşe atılacaksınız hiç tereddüt yok, bahane yok,
mazeret yok. Ateşe atlanması gerekiyorsa göz kırpmadan atlanır.
Ateşe atlanırken "şike- şaka" yapmak için değil "yanmak" için
atlanır. "Nasıl olsa yanmam" diye değil "yandım" diye atlarlar.
Allah ile pazarlığa girişmezler.
Eğer ateşe pazarlıksız atlarsa asıl o zaman yanmayacaktır çünkü
ateşin yakma gücünü yaradan,ona seslenecek: "ey ateş! İbrahim'e
serin ol, selamet ol". (enbiya suresi 69 ayet)
"Bu Allah ile pazarlıksız iman edenlere eşyanın kendi lisanınca
teşekkürüdür."
Mustafa İSLAMOĞLU
Düşünün böyle bir imtihan sizin başınıza gelse tavrınız ne olurdu, ama o atlamış hem de hiç tereddüt etmeden. Bu belki en zor imtihanlardan biriydi ama imtihan bitmemişti... İbrahim aleyhisselam uzun süren evlat hasretinden sonra, ömrünün sonunda kavuştuğu ciğerparesini rabbine kurban verirken hiç mi evlat sevgisi yoktu, çoktu ama imtihanda sergilediği tavır Allah katında çok önemliydi. Ne yapacaktı İbrahim(a.s) hiç tereddüt etmeden çaldı bıçağı. Ayette meal olarak söyle buyurmaktadır Mevla: "andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma ile imtihan eder, deneriz. Ey peygamber sen sabırlı davrananları müjdele" Sabır ve sadakat ancak imtihanlarda belli olur. Her türlü imtihan karşısında hak(cc)kapısından ayrılmayanlar ve orada kalmaya kararlı olanlar, kapının her açılıp kapanışında,başı kapının eşiğinde bekleyenler bu imtihanı kazanmış olacaklardır. Az bir sıkıntı ile yol-yön değiştirip kapının önünden ayrılanlar kaybetmiş olacaklardır. Efendimiz hz. Muhammed (s.a.v) bir bela ya da musibete maruz kaldığı zaman, hemen abdest alır ve namaza dururdu. "sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin" (bakara 153) ayeti bize bu hakikati anlatıyor.
Musibet sizi çepeçevre mi sardı, ufkunuz mu karardı, sıkıntılı mısınız, dertli misiniz? Bunlardan kurtulmanın yolu sabır ve namazdır... Evvela dişini sıkacak sabredeceksin, sonrada kullukta ısrar ederek rabbinin dergahına yüz süreceksin. Cenab-ı hak (cc) imtihanlarla bizim sabır, tahammül, vefa ve sadakatimizi ortaya çıkarmakta böylece hem kendi lütuflarını hem bizim değerimizi ihtar etmek isteyecektir. Evet o sabır ve sadakatimizi geçirdiğimiz imtihanlar karşısında gösterdiğimiz tavırla ölçecek ve kendimizi kendimize tanıtacaktır. Allah verince size iyi de alınca kötü mü oldu? Kul hak ve istikamet üzerinde olduğu zamanlarda imtihan olur. Allah (cc) kulunu imtihan eder, başına çeşitli bela ve musibetler yağdırır ki; ta ki kul rabbinin huzuruna tertemiz gelebilsin ve cennet yamaçlarında huzur ve itminanla kusur ve ayıplardan uzak koşsun dursun. Evet bizler bir çok defa çeşitli imtihanlarla deneneceğiz. Kiminin imtihanının adı hastalık, kiminin kadın, kiminin para, kiminin de çocuk ölümleri olacaktır. Böylece imtihanlardan geçerek has ham dan, kömür de elmaslar dan ayrılmış olacaktır. Bunu da bizzat cenab-ı hak (cc) yapmaktadır ve yapacaktır. Bize düşen sadakatle bu kapıdan ayrılmamaktır.
Ölüm insanlar içindir . her ölüm olayı insanı üzer. Ancak evlat
acısı bütün bela ve sıkıntılardan daha acı verir. Zira çocuk sevgisi
her türlü sevginin üzerindedir. Bu sebeple insanlar belki kendi can
ve mal güvenliğinden önce çocuklarının güvenliğini düşünürler.
Onları korumak için her türlü tehlikeyi göze alırlar. Üstelik anne
babanın çocuklarına karşı duyduğu sevgi çocukların yaşları ile ters
orantılıdır. Yani çocuk ne kadar küçük ise o kadar fazla sevilir.
Böyle olunca çocuğunu kaybetmiş anne babaların üzüntüleri pek derin
olur. İşte böyle bir imtihanla karşılaşmış Müslüman anne babalara
efendimiz hz. Muhammed Mustafa(s.a.v) şöyle buyuruyor: "küçükken
ölen çocuklar, ana babaları ile karşılaşınca; ellerinden tutup ana
babaları cennete girinceye kadar onlardan ayrılmazlar" (Müslim) "hiç
bir Müslüman yoktur ki buluğa ermemiş çocuğu ölsün de, Allah-ü teala
bol rahmeti sebebi ile onu cennete koymasın" (buhari nesai)
Musibete sabır sıdıkların derecesidir. Bunun için efendimiz Hz.
Muhammet Mustafa (s.a.v) şöyle dua ederdi: "Ya İbrahim, ölümüne çok
üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor, fakat rabbimizi
gücendirecek bir şey söylemeyiz."
Bir çocuk ölünce Allah-u teala bildiği halde , meleklerine sorar:
- Kulumun çocuğunu aldınız, kalbinin meyvesini kopardınız, peki
kulum ne dedi?
- Ya rabbi, hamd edip teslimiyet gösterdi.
- O kuluma cennette bir ev yapıp, adını da "hamd evi" koyun. (tirmizi)
"Kıyamet günü Allah-u teala müminlerin çocukları için "bunları
cennete götürün" buyurur. Melekler çocukların cennete gitmesini
söylerler, çocuklar "anne babamız hani" derler. "onlar sizin gibi
günahsız değil, görülecek hesapları var" derler çocuklar ağlaşır"
anne babamızı almadan girmeyiz "derler. Cenab-ı hak, çocuklara
buyurur ki;" ey yavrular haydi gidin ana babanızı da alıp cennete
gidin" (nesai) o zaman haydi peygamber imtihanına maruz kalan
kardeşlerim; isyan etmeden tevekkül ederek, "görelim Mevla'm neyler,
neylerse güzel eyler" diyerek, rabbimize kul olmaya namaz ve sabırla
rabbimizden yardım dilemeye.
Cennet kuşlarınıza kavuşmak için Allah a kulluğa, haydi cennete...
unutmayın onlarla burada ayrıldınız, Ya orada buluşamazsanız, onlar
şimdi cennet yollarında ya siz?
Yüreği yanık kardeşlerim,siz istiyorsunuz ki çocuklarımız geri
gelsin, peki onlara sordunuz mu acaba onlar gelirler miydi? Mümkün
değil gelmezlerdi. O zaman Allah a kulluğunuzu yaparak, onlarla
buluşmaya haydi...Son olarak sizlerle Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) bir taziyesini
paylaşalım. "Allah-u teala sana selamet versin. Ona hamd ederim.
Herkese iyilik ve zarar yalnız Allah'tan gelir. Allah-u teala sana
çok sevap versin. Sabretmeni nasip eylesin. Onun nimetlerine
şükretmemizi ihsan eylesin.
İyi bilmeliyiz ki, kendi varlığımız,mal, servet, kadın ve
çocuklarımız , Allah-u tealanın sayısız nimetlerinden tatlı ve
faydalı ihsanlardır.
Bu nimetleri biz sonsuz kalmak için değil, emanet olarak kullanmak, sonra geri almak için vermiştir, bunlardan belli bir zaman da faydalanırız. Vakti gelince hepsini geri alacaktır. Allah-u teala, nimetlerini bize vererek sevindirdiği zaman, şükretmemizi; vakti gelip geri alınca da sabretmemizi emreyledi. Senin bu çocuğun Allah-u tealanın tatlı, faydalı nimetlerindendi geri almak için sana emanet bırakmış idi. Şimdi geri alırken de sana çok sevap iyilik verecek, acıyarak doğru yolda ilerlemeni, yükselmeni ihsan edecektir. Bu ihsana kavuşabilmek için sabretmeli, onun yaptığını hoş görmelisin. Kızar, bağırır, çağırır isen sevaba kavuşamazsın ve sonunda pişman olursun. İyi bil ki, ağlamak sızlamak belayı geri çevirmez, üzüntüyü dağıtmaz. Kaderde olanlar başa gelecektir. Sabretmek, olmuş bitmiş şeye kızmamak gerekir. Allah-u teala hepinize selamet versin. Allah yar ve yardımcınız olsun Allah-a emanet olun.
Bekir AKSÖZ
"ÖLÜM KAPANAN DEĞİL AÇILAN BİR KAPIDIR
"
ÖLÜM VE SABIRLA İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER
"İnsana en güzel sıfatı fani diyen vermiştir."
* Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: "insan, yanıbaşında doksan dokuz ölüm olduğu hâlde tasvir edilmiştir. Bu ölüm tehlikelerini atlatırsa, ihtiyar olur ve sonunda ölür."
* Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: "Hiçbiriniz, başına gelen bir zarardan dolayı, sakın ölümü dilemesin. Mutlaka böyle bir şey yapması gerekiyorsa, şöyle dua etsin Allahım! Yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat. Ölmek benim için daha iyi ise, canımı al!"
* Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: "insan iki şeyden nefret eder: Ölüm, oysa ölüm mümin için, fitneden, kargaşadan daha iyidir. Az mal, oysa az malın hesabı da az ve kolay olur."
* Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemin oğlu ibrahim can çekişiyordu. Onu o hâlde görünce, gözleri yaşardı. "Ey Allahın Resûlü! Sende mi?" diye soran sahabîye şöyle buyurdu: "Bu, bir merhamet eseridir. Göz yaşarır, kalb hüzünlenir, fakat biz yine de Rabbimizin hoşnut olacağı şeyi söyleriz," diye cevap verdi. Sonra da: "Ey İbrahim! Biz senin ayrılışından dolayı çok üzgünüz," dedi.
* Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: "Dünyada ve âhirette lânetli iki ses vardır: Nimet anında çalgı sesi ve musibet anındaki ağlama sesi."
* Bir kadına denildi ki:
"Kardeşin
öldürüldü."
"Allah ona rahmet etsin! innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn,"
diyerek cevapladı.
"Kocan da öldürüldü," dediler.
"Eyvah!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kadının kalbinde, kocasının, hiçbir şeyle karşılanamayacak bir yeri
vardır."
* Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı şunları söylerken işittim:
"Kendisine bir musibet gelen müslüman Allah'ın emrettiği: "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ün, allahümme ecirni fi musibeti vahluf li hayran minhâ. "Biz Allah'ınız ve ancak O'na döneceğiz. Bana bu musibetim için ücret ver. Ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ver'' derse Allah o musibeti alır ve mutlaka daha hayırlısını verir."
Ümm-ü Seleme
der ki: "Ebu Seleme (radıyallahu anh) vefat ettiği zaman ben: "Ebu
Seleme'den daha hayırlı olan hangi müslüman var? Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a ilk hicret eden hâne, onun hânesiydi'' dedim. Ben bunu
söyledikten sonra Allah, onun yerine bana Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı verdi. Şöyle ki: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
bana Hâtib İbnu Ebi Belte'a'yı göndererek kendisi için beni istetti.
Ben: "Benim (küçük) bir kız çocuğum var, ayrıca ben kıskanç bir
kadınım. (Resulullah'ın ise birçok hanımı var, imtizacsızlıktan
korkarım)'' diye cevap verdim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kız çocuğuna gelince, Allah'a dua ederiz, onu kendisinden müstağni
kılar, kıskançlığı için de Allah'a gidermesini dua ederim''
buyurdular.''
* Ebu Sinân anlatıyor: "Oğlum Sinan'ı defnettiğimde kabrin kenarında Ebu Talha el-
Havlani
oturuyordu. Defin işinden çıkınca bana:
"Sana müjde vermeyeyim mi?'' dedi. Ben:
"Tabii, söyle!'' dedim.
"Ebu Musa el-Eş'ari (radıyallahu anh) bana anlattı'' diye söze
başlayıp Resulullah'ın şu sözlerini nakletti:
"Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler:
"Kulumun çocuğunu kabzettiniz mi?"
"Evet" derler.
"Yani kalbinin meyvesini elinden mi aldınız?'' Melekler yine:
"Evet" derler. Allah tekrar sorar:
"Kulum (bu esnâda) ne dedi?''
"Sana hamdetti ve istircâda bulundu'' derler. Bunun üzerine Allah
Teâla hazretleri şöyle emreder:
"Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu'l-hamd
(hamd evi) diye isimlendirin.''
* Atâ İbnu Ebi Rabâh rahimehullah anlatıyor: "İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) bana:
"Sana cennet
ehlinden bir kadın göstermeyeyim mi?'' dedi. Ben de: "Evet göster!''
dedim.
"İşte dedi, şu siyah kadın var ya, o, Resulullah'a gelip: "Ben
saralıyım, (nöbet gelince) üstümü başımı açıyorum, Allah'a benim
için dua ediver (hastalıktan kurtulayım)'' dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm; "Dilersen sabret, sana cennet verilsin, dilersen sana şifa
vermesi için Allah'a dua edivereyim'' dedi. Kadın: "Öyleyse
sabredeceğim, ancak üstümü başımı açmamam için dua ediver'' dedi.
Resulullah da ona öyle dua etti.''
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kul hastalandığı zaman Allah Teâlâ hazretleri ona iki melek gönderir ve onlara: "Gidin bakın, kulum yardımcılarına ne diyor bir dinleyin!" der. Eğer O kul, melekler geldiği zaman Allah'a hamdediyor ve senalarda bulunuyor ise, onlar bunu, her şeyi en iyi bilmekte olan Allah'a yükseltirler. Allah Teâla hazretleri, bunun üzerine şöyle buyurur: "Kulumun ruhunu kabzedersem; onu cennete koymam kulumun benim üzerimdeki hakkı olmuştur. Şâyet şifâ verirsem, onun etini daha hayırlı bir etle, kanını daha hayırlı bir kanla değiştirmem ve günahlarını da affetmem üzerimde hakkı otmuştur.''