Burak ÇİÇEK
Ölüm ölene
bayram, bayrama sevinmek var oh.. ne güzel, bayramda tahta ata binmek var”.
N.FAZIL
Maviş oğlum, 9 Ekim 1993 yılında dünyaya geldi. Sarışın, mavi gözlü çok güzel bir bebek olan Burak, hep yaşıtlarından farklı bir hal içindeydi, ezan okunurken radyo,televizyon gibi araçları kapatır buna karşı çıkan ablasına da sus Allah ezan okuyor, derdi. Birisi hasta olunca, durun ben ona dua ederim, iyileşir, der ve hemen namaza durur Allah'ım onu iyileştir, diye dua ederdi. Okulda hep yoksul, gariban çocuklarla arkadaşlık eder, beslenme çantasındaki yiyecekleri hep onlarla paylaşırdı. Ağzından besmele hiç eksik olmazdı. Şunları yazıp, odasının duvarına yapıştırmıştı.
"Sevgili
Allah'ım eğer öldükten sonra yaşayacaksak niçin öldürüyorsun?"
"Canım Allah'ım kucaklaşmayı sen mi buldun? Çok güzel bir şey."
"Sevgili Allah'ım eğer ben Tanrı olsaydım senin kadar iyi olamazdım."
"Sevgili Allah'ım yağmur yağdığı zaman ne kadar süreceğini nerden biliyorsun."
"Allah'ım istemeden her gün üzerine bastığımız bu küçük karıncaların inşallah
senin için önemi yoktur."
"Allah'ım yüzünü görmeyi çok istiyorum. Ne olur benim için bir gün televizyona
çıksana."
"Allah'ım senden bir şey istiyorum. Beni bir gün kuş yapar mısın? Sana söz
veriyorum, söz Sen'den bir daha uzun süre bir şey istemeyeceğim."
"Anneciğim seni çok seviyorum, bebeğim, bebem deyişin ne kadar güzel, senin gibi
anneler dilerim bütün çocuklara."
3 Haziran 2001 kandil akşamında, yakında oturan akrabaların ziyaretine gittik. Burak tek tek hepsinin elini öpüyor, adeta vedalaşıyordu. Eve dönerken Burak'ım zaman zaman dönüp arkasına bakıyor, gözünü meçhullere dikiyordu, komşuları da ziyaret edip kandillerini kutladı. Eve geldikten sonra ablasıyla taso oynamak istedi. Bir süre beraber oynamalarından sonra "Hadi artık yatalım. Burak, sabah okul var, yarın tekrar oynarız."diyen ablasına "Biraz daha oynayalım yarın oynayamayız ablacığım." demiş. Canım kızım şimdi buna çok üzülüyor. "Hiç merak etme yavrum kardeşin cennet bağlarında melekler eşliğinde bol bol oynuyor." diyorum ona.
Her zaman söz dinleyen uysal yavrum odasına gidip yattı. Odama gitmeden önce onun odasına uğradım, iyi geceler diyerek öptüğüm de Burak lütfen, anneciğim bu gece birlikte uyuyalım, dedi, onu kıramadım ve birlikte uyuduk.
Burak sabah okula hazırlanırken başının ağrıdığını söyledi, bir süre sonra da kendinden geçti. Hemen hastaneye götürdük, beyin kanaması geçirdiğini söylediler, hemen ameliyata aldılar. Yoğun bakımda kalan yavrumun yanına sık sık gidiyor ve "Beni bırakma lütfen oğlum diyordum." benim sesimi duyduğun da bana tepki veriyor olmasına rağmen yavrum cennet bahçelerine uçup gitmişti. Rabbim gel demişti, gel Burak bu dünya sana göre değil, gel yanıma demişti.
Canım annem, güzel annem diyen o tatlı diller yoktu artık . Boynuma sarılan o pamuk eller geçse de yıllar seni unutamam, mavişim deniz gözlü bebeğim sensizlik beni mahvetti. Mavişimin ölümünü asla kabullenemiyor, sürekli sinir krizleri geçiriyordum, çıldıracak gibiydim, oğlum olmadan nasıl yaşardım, oğlum benim her şeyimdi, ayım, güneşim, suyum, ekmeğim, aldığım nefesimdi, en büyük aşkım, yaşama gücüm, umutlarım, hayallerim yok olmuştu. Artık, ölmekten intihar etmekten başka bir şey düşünemez olmuştum. İçimde denizlerin suyu dökülse sönmeyecek bir yangın vardı, sürekli yanan kor bir ateş düşmüştü içime, bu ateşi, ruhumda esen fırtınaları ne doktorlar ne de ilaçlar dindirebiliyordu. Hep neden, niçin diye kendi kendime soruyor bir türlü cevap bulamıyordum, böyle geçen kırk günün ardından, bir arkadaşım seni rahatlatacak bütün sorularıma cevap bulacağım bir kitap önerdi. Kitabı bulduğumda bir çuval altın bulmuş gibi sevindim, okudukça yürek yangınımın yerini vuslat heyecanı sardı. Gözlerimden akan yaşlar sevinç yaşlarına dönüşmüştü, benim mavi gözlü kedim diyerek sevdiğim can oğlum meğerse ölmemiş. Cennet bahçelerinde elemsiz, kedersiz yaşıyormuş. Rabbim, benim yavrumu seçilmiş, övülmüş makama layık görmüştü, benim kurtulmam için de bir vesile yapmıştı. Eğer intihar etseydim cenneti ve o canım kuzumu ebediyen kaybetmiş olacaktım. Ebediyetimin kurtulmasına vesile olanlardan Allah razı olsun. Canımın bu dünyadaki geçici olan hiçbir şeye ilgisi yoktu, vefatından bir ay kadar önce ablası ile okula giderken önlerinden geçen bir cenaze arabasını gören Burak "Ne güzel bir araba keşke ben olsaydım şimdi o arabada." demiş.
Yeni
taşındığım evde de yavrumun odasını aynen yerleştirdim. Zaman zaman bu odaya
giriyor, yavrumun anılarıyla baş başa kalıyorum, namazlarımı yavrumun odasında
kılıyorum. Yavrumu cennete uçurduktan iki buçuk ay sonra, bir gün evde
yalnızdım, yatsı namazını kılarken odanın içinde kanat sesleri ve tıkırtılar
duydum fakat namazı bitirdikten sonra, odada bir şey göremedim, daha sonra
balkona çıktım ve yaşlı gözlerle karşımda duran oğlumun bisikletini
seyrediyordum. Onun nasıl da mutlu bir şekilde bisikletine bindiği günler
gözümün önüne geliyordu. O sıra da balkonun demirinde çok farklı ve çok güzel
tüyleri olan, yakın bir mesafede duran bir kuş gördüm uçmuyor, bana bakıyordu,
saat gece on ikiye doğru kuş kayboldu. Eve dönen eşime olanları anlattığımda,
kitapta okuduğu iyi ruhların berzah hayatında yeşil cennet kuşları içine girerek
cenneti gezdiğini, dünyaya gelebileceği hadisini hatırlayarak "Burak bizi
ziyarete gelmiş, ne mutlu bize." dedi. Aynı şeyleri ben de hissetmiştim bu
hislerle gözlerim yaşlı uyudum.
Sabah namazına kalktığımda akşamki kuşun başımın üzerinde uçtuğunu görünce çok
mutlu oldum. Hemen eşime seslendim "Taner, kalk Burak gelmiş."
Eşim kapının pervazına konan kuşa yaklaşıp, "hoş geldin oğlum" dedi kuş , tüm
evi dolaştı, kızımın odasında bir süre uçtuktan sonra açık duran balkon
kapısından uçup gitti. Oğlumun odasına namaz kılmak için girdiğimde yatağının
üzerinde yuva gibi kuşun çöküntüsünü görünce anladım ki yavrum o geceyi
yatağında geçirmiş.
Gözlerim
duvarda bulunan yavrumun yazısına takıldı. "Allah'ım beni bir kuş yapar mısın,
söz veriyorum senden uzun bir süre hiçbir şey istemeyeceğim." Bu olaydan sonra
zaman zaman yavrumun odasında bazı değişikliklere şahit oluyorum . Radyo başka
yerde, bir kitap raftan inmiş, günlük defteri ters dönmüş gibi değişikliklere
şahit oldum. Bu da bana ister istemez yavrumun odasını sık sık ziyaret ettiği
düşüncesini akıma getiriyor.
İnsanlar beni anlamıyorlardı hiçbir zamanda anlayamadılar. Beni ancak yüreği
evlat acısı ile yanan bir anne olmalıydı ki bakışlarımız ile yürek yangınımızı
anlatmalıydık birbirimize. Oğlumu cennete uğurlayalı bir ay olmuştu çok zor
anlar yaşıyordum, çevremde beni anlayan tek kişi Perihan hanım oldu. Perihan
hanım ile tanışmaya giderken o kısacık yol bitmek bilmiyordu. Annemin sakin ol
kızım diye uyarmasına rağmen sanki kalbim duracak gibiydi, sanki maviş kuşumdan
bir mektup, bir selam alacak gibiydim, zili çalarken parmaklarımı
hissetmiyordum. Perihan hanım kapıyı açtığında sadece onun gözlerine bakıyordum,
evet onun bakışlarında kendimi bulmuştum. Çünkü o da benim gibi bakışları donuk,
dokunsalar ağlayacak gibiydi. Aslında onun omuzlarında büyük bir yük vardı, o
benden yıllar önce yaşamıştı o büyük acıyı, tabiri caiz ise benden daha kıdemli
idi, evet bir yandan kendi acısı bir yandan ben ve benim gibilerin acısına
merhem olacaktı, yıllardır olduğu gibi fedakarlık edecekti. Onun karşısında
kendimi doktora gitmiş bir hasta gibi hissediyordum, o doktor, ben hasta idim,
ilk terapi çok başarılı olmuş, kendimi güvende hissetmiştim, verdiği ilaçlar çok
iyi gelmişti, bana kasetler ve kitaplar vermişti.
Radyolardan çocuk ölümleri ile ilgili sohbetleri kasetlere çekmiş bu acıyı
yaşayan annelere veriyordu. Bu sohbetler bize ilaç gibi geliyor, sabır gücümüz
artıyordu. Perihan Hanım bunları yaparken kasetleri kendi alıyor bizlerden asla
para almıyordu. her şeyi Allah (c.c.) rızası için yapıyordu. Çok kısa zamanda
dost olmuştuk, beni sık sık arardı, gecenin üçü beşi demezdim daraldığımda onu
arar, onun yarama merhem olan sesini duyar, sohbet edince terapi görmüşçesine
rahatlardım.
Bir gün Perihan hanım beni Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesine götürdü. Giderken giyecekler, oyuncaklar, kitaplar, yiyecekler götürüp dağıttık. Yavrusunu kaybettikten sonra o çocukların melek annesi olmuştu. Bende destek olmaya karar verdim. Çevremi duyarlı olmaya davet ediyordum, fakat bir çoğu maalesef bana dokunmayan yılan bin yaşasın dercesine duyarsız kalıyorlar. Yarın bizim ne yaşayacağımız bellimi, o hastanedeki çocuklar biraz ilgi, güler yüz dışında bir şey beklemiyorlar bizden.
Benim
kızım Firuze bile sürekli o çocuklara neler yapabiliriz diye arayışlara giriyor,
aldığımız hediyeleri büyük bir zevkle dağıtıyor. Çevrenin duyarsızlığı beni çok
üzüyor. Perihan hanıma söylerken onların adına ben üzülüyorum, o da bana niye
üzülüyorsun kim ne yaparsa kendine yapar diyor.
Sonunda cennet güllerimizin kısacık hayatlarını kitap haline getirip
yavrularımızın canları için gelirini ihtiyacı olan insanlara harcamaya karar
verdik. Tabiî ki her zaman olduğu gibi bu görevi de Perihan hanıma yükledik,
büyük bir samimiyetle bu ağır görevi üstlendi. Kitabın maddi giderlerini de eşi
Kadir Bey karşılıyor, bizlerden hiçbir talepleri olmuyor, manevi desteğin
dışında. Bizler de cennet gülü olan yavrularımızın kısacık yaşam öykülerini
kaleme aldık. Tüm cennet kuşlarımız aynı özelliklere sahip. Bu özel çocukların
hayatlarının para için her şeyi feda edenler inşallah biraz olsun ders alırlar.
Perihan hanımın azmi ve mücadelesi sonucunda Göçmen Kuşlar ismini verdiğimiz
kitabımızın birinci baskısı çıktıktan sonra satılan kitapların parasına maaşını
da katan Perihan hanım ihtiyaç sahibi insanlara ve hastanedeki çocuklara
harcıyor. Bu kutsal görevi yaparken çok mutlu oluyor. Kitabın parası ile güzel
işler yapılmaya başladıktan sonra hepimiz çok güzel rüyalar görmeye başladık.
Bir arkadaşımızın rüyasında çok geniş bir alanda kocaman bir kazandan insanlara
kepçe ile tabak tabak yemek dağıtıyormuşuz. Çünkü o gün biraz kitap satmış,
hastaneye oyuncaklar, giysiler ve yiyecekler almıştık. Bende bir gece dünyada
benzeri olmayan çok büyük bir ağaç gördüm ve ağacın tüm dallarında salıncaklar
ve yüzlerce çocuk bu salıncaklarda sallanıyordu. Ağacın bir dalında benim
Mavişim Burak'ım sallanıyordu. Yine kitaptan sonra bayramda eşim Taner bey
gelinimiz Cemile ile çocuklara hediyeler alıp ziyaretlerine gittik, çok mutlu
olmuşlardı. Ah dedim insanlar hep kendi çocuklarını mutlu etmek için uğraşıyor,
ne olur sanki birazda başka çocukları mutlu etmeyi deneseler demekten kendimi
alamadım.
Birkaç
gün sonra bir arkadaşım Filistin, Çeçenistan ve Irak'taki kardeşlerimiz için
gece üç de dua için kalkmamı söyledi. O gün çok rahatsız olmama rağmen gece
sanki birisi kolumdan tutup kaldırdı, hemen abdest alıp sabah namazına kadar dua
ettim, namazdan sonra biraz uzandım. Rüyamda çok güzel bir köşk, köşkün teras
katında yüzlerce çocuk ve ellerinde bayramda hastaneye götürdüğümüz oyuncakların
aynısı vardı. Teras kat gökyüzüne o kadar yakındı ki ellerini uzatsalar değecek
gibiydiler. Ben köşkün ikinci katında çocuklara yemek hazırlayıp çocuklar gelin
yemek hazır karnınızı doyurun dediğimde, maviş kuşum Burak'ım anne bizim
karnımız tok yeni yedik dedi. Uyandığımda çok mutlu oldum. Kitabımızın geliri
ile yaptıklarımız ve yapacaklarımız Cennet Güllerimize ulaşıyor, bunu bu
gördüğüm rüyalar ile anlıyorum. Perihan hanım yavrusundan sonra çok sevdiği
kardeşini de kaybetti. Tüm bunlara rağmen tüm yaptığı güzelliklere devam ediyor,
hastanede yolunu gözleyen, Perihan anne, Perihan teyze diye gözünün içine bakan
miniklerini kucaklamak için yollara düştü. Evet Perihan anne Allah (c.c.) senden
razı olsun. Seni düşkünlerin, muhtaçların başından eksik etmesin, senin gibi
meleklerin sayısını arttırsın. Seninle tanışmamıza vesile olan cennet kuşum
Mavişim Burak'ıma da Rabbim rahmet etsin, Peygamber Efendimizin yolunda
yürümemize vesile olduğun için Allah (c.c.) senden razı olsun. Peygamber
Efendimiz bir yoksul görse sırtındaki hırkasını çıkartıp ona giydirirmiş,
terliğini çıkartıp yoksula verip kendisi yalın ayak gezermiş. Canım dostum
Perihan annemiz sahabenin bu sözü aklıma gelince sen gözümün önüne geliyorsun,
sen de fakirlerin düşkünlerin meleğisin dilerim Rabbim sana da cennette güzel
elbiseler giydirsin. Her şeyden önce yavruna, kuzuna Murat'ına kavuşmayı Allah
sana nasip etsin.
Sana olan bu özlemim kavuşacağımız ana kadar devam edecek. Seni hep mavi gözlü
kedim diye severdim. Seninle saklambaç oynardık, şimdi itiraf ediyorum ki oğlum
gözümü tam kapatmaz, saklandığın yeri görmeme rağmen görmemezlikten gelirdim,
sende bir köşeden çıkar boynuma atlardın, şimdi yine gözlerimi kapatıyorum,
parolamız elma dersem çık armut dersem çıkmaydı. Fakat ben hep elma diyorum ama
sen hiç çıkmıyorsun, oyunu hep sen kazanıyorsun cenneti kazandığın gibi. Tek
hayalim seni ahiret aleminde tekrar kazanabilmek maviş kedime yeniden kavuşmak.
Yavrum,
gördüğün her yoksula üzülür, misafirleri çok severdin. Allah'ın (c.c.) yarattığı
her şeyi çok severdin.
Sen bizlere sevmeyi, merhameti, yalansız yaşamayı, haram yememeyi, tüm
güzellikleri miras olarak bıraktın. Senin gibi güzel ve dürüst bir oğula sahip
olduğum için Rabbime şükrediyorum, ebedi alemde sana tekrar kavuşacağım, hiç
ayrılmamacasına İnşallah. Seninle gurur duyuyorum.
Şimdi ise sabır ve heyecanla oğluma kavuşacağım günü, asker yolu bekler gibi
bekliyorum. Allah evladını kaybeden, büyük acılar yaşayan bütün anne babalara
cennete kavuşmayı nasip etsin. (Amin)
VEDA ZİYARETİ
Genç
adam okuduğu mektubun bir bölümüne takılıp kalmıştı. Eşi o satırlarda bir türlü
iyileşemedi diye yazıyordu. Köydeki doktorda nedense bir şey anlayamadı. Adam
mektubu elinden bırakırken asker olduğunu ilk defa fark eder gibiydi. Üç aydır
yaptığı talimlerin yorgunluğu da bir anda omuzlarına çökmüştü. Kendini en
yakınındaki iskemleye atarken demek iyileşememiş diye mırıldandı. Belki de
babasını arıyordur. Adam sözlerinde haksız sayılmazdı; çünkü eşinin de dediği
gibi küçük kız herkesten fazla onu seviyor, babasının kucağından inmek
bilmiyordu. İster istemez yavrusunu hatırlarken onun altın sarısı saçlarının
biraz daha uzamış olduğunu düşündü. Kızının bir kömürü andıran siyah gözleri, o
sarı saçlarının altında ne de güzel parlardı.
Genç adam köyünden bu kadar uzakta olmasa ne yapar eder yavrusunu görmeye
giderdi. Fakat şimdi elinden gelen tek şeyin dua etmek olduğunu çok iyi
biliyordu.
Koğuş nöbetinin kendisine düştüğü akşam da dualarına devam etti. Saat gece yarısını çoktan geçtiği için herkes uyumuş ve dışarıda esen rüzgar iyice şiddetlenmişti. Bir ara camın tıkırdadığını duyar gibi oldu. Başını çevirip baktı bulunduğu yerden hiç bir şey görünmüyordu. Aynı ses tekrarlandığında pencereye doğru ilerledi. Camın dış kenarında şimdiye kadar hiç görmediği güzellikte bir kuş duruyor ve kendisine bakıyordu. İçerden süzülen ışık onun altın sarısı tüylerinde parlıyordu. Adam köyde yetiştiği için bütün kuşları tanıdığını zannederdi. İyi ama bu gördüğü neden hiç birine benzemiyordu. Büyülenmiş gibi ona bakarken ne işin var burada diye tekrarlayıp duruyordu. Kışta kıyamette ne arıyorsun dışarıda? Kuş hareket etmekten adeta korkuyor ve adamdan ayırmadığı siyah gözleriyle sanki ona bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Bir müddet öylece durduktan sonra acelesi varmışçasına uçarak kayboldu.
Genç adam onun arkasından bakarken içinden bir şeylerin koptuğunu hissediyor ve bunun bir veda ziyareti olduğuna inanmak istemiyordu. Ertesi gün kızının öldüğünü bildirmek için adamı aradıklarında onu koğuş penceresinin önünde buldular. Küçük kuşun uçtuğu yöne dalgın dalgın bakıyordu.
C. SUAVİ
SERÇE
Kim sevecek bu
küçücük serçeyi? Uzun yoldan gelmiş ve yorgun.
“Ben değil” dedi koca meşe.
“Ben dallarımı onun yuvasıyla paylaşmayacağım
ve yapraklarımın örtüsü onun üşümüş göğsünü ısıtmayacak”.
Kim sevecek bu küçücük serçeyi, kim söyleyecek tatlı bir söz?
“Ben değil” dedi kuğu.
“Saçma bir fikir bu diğer kuğular duysa gülüp alay eder be!”
Kalbi acıma hissiyle dolu, kim açlıktan ölen bu serçeyi besleyecek?
“Ben değil” dedi altın başak.
“Yapabilseydim keşke ama olmaz!
Büyümek ve gelişmek için güçlü olmalıyım”.
Kim sevecek şu küçük serçeyi, kimse yazmayacak mı ona bir ağıt?
“Ben yazarım” dedi kara toprak. “Tüm benden olanlar bana geri
döner, çamurdan yaratıldınız ve gene çamur olacaksınız sonunda”.
Paul SİMON