"Kim hasta halde ölürse şehit olarak ölmüştür, kabir azabından
kurtulur, sabah akşam cennetten rızıklandırılır."
Hz. Muhammed
AYTEN TUZCU
Ayten Hanım’ı 2002 yılında eşimin asker arkadaşı, yirmi beş
yıllık can dostlarımız Ekrem - Süyehla Salcıoğlu vesilesi ile tanıdık.
Kastamonu’da oturan bu iki aile çok yakın dostlardı. Sevgili Ayten Hanım lösemi
tedavisi için Ankara’ya gelmiş, dostlarımızda onu ziyarete gelmişlerdi. Kısa bir
süre sonra artık bizim dostlarımız olmuştu. Hüseyin Bey ve Ayten Hanım
birbirlerine çok yaraşan iki mükemmel insanlardı, kısa süre sonra biz onları,
onlarda bizi çok sevmişti.
Hüseyin bey bir yıl önce tek kardeşi olan Hasan beyi, ondan 15 gün sonra da
babasını kaybetmiş. Çok kısa bir süre sonra da eşinin amansız hastalığıyla karşı
karşıya gelmişti. Bir yıl boyunca hastane odasının kapısının önünde gece gündüz
sandalye üzerinde vefayla bekledi. Birgün, Ayten hanıma telefonda; ‘Hüseyin beyi
gönder gelsin, biraz dinlensin.’ dedim, cevabı sevginin, vefanın tarifiydi:
‘Olmaz, onun kapının öbür yanında olduğunu bilmek, bana ilaçtan, tedaviden çok
daha iyi geliyor.’ Kontrol için geldikleri bir başka gün de Hüseyin bey, sabah
5’te yola çıkmış ve tüm gün hastane koşturmasıyla yorulmuş olmasına rağmen saat
ikiye kadar eşinin ilaç saatini bekledi. Ancak o ilaçlarını içtikten sonra
yattı. "Sizin en hayırlınız, ailesine karşı hayırlı olandır.” diyen Peygamber
Efendimiz (SAV)’in öğüdünü çok iyi anlamış bir insandı ve tıpkı O(SAV)’nun
eşlerine verdiği değer gibi o da eşine son derece fedakar bir yaklaşım
gösteriyordu. Kendine düşeni yerine getirmek için çırpınıp duruyordu.
2003 yılının Mart ayının 15’inde, Hakk’ın rahmetine kavuşan Ayten hanım son
anına kadar konuşmuş ve ruhunu hiç acı çekmeden teslim etmişti. Bu hali bana,
güzel insanların ölümle bir adım öteye gül bahçesine ne kadar kolay geçtiğinin
anlatıldığı bir radyo programında dinlediğim ölüm anını hatırlatmıştı. Şakacı
kimliği ile de bilinen “Erzurumlu mübarek zatlardan biri hastalığı nedeniyle
Ankara Numune Hastane’sinde tedavi görüyormuş. Erzurum’dan ziyarete gelen
dostlarıyla sohbet ederken eşine dönerek ‘Hanım içeri gir giyin, süslen. Azrail
odanın içinde dolanıp duruyor. Süslen ki seni götürsün diye şaka yapmış ve 5
dakika sonra Kelime-i Şehadet getirerek ruhunu teslim etmiş.” Güzel insanlar ne
de güzel ölüyor.
Ayten hanım’ın cenazesini Kastamonu’ya götürmek için yola çıktık. Yavruları
İlkay ve Emrah cenaze arabasına bindiler. Biz de arkalarında takip ediyorduk,
Ilgaz dağına geldiğimizde hava iyice kararmış. O zifiri karanlıkta yanları açık
olan cenaze arabasından çok güzel yeşil bir ışık yayılıyordu ve bu
Kastamonu’daki evine gidene kadar da hiç eksilmedi. Ertesi gün kaldırılacağı
için cenaze evde bir odaya kondu. Odayı o kadar hoş bir koku kaplamıştı ki
anlatmak mümkün değil. Dua etmek için Kastamonu’nun değerli bir hocası olan ve
Ayten hanımı da yakından tanıyan Osman bey geldi. Ona bu ışığın ve kokunun
manasını sorduğumda; ‘Ayten kardeşimiz çok kıymetli bir insandı. Hem gurbette
vefatı, hem de şifasız bir hastalık nedeniyle vefat etmesi onu inşaallah
şehitlik makamına ulaştırmıştır’ dedi. İnşaallah öyledir.
Taziyeye gelen akrabaları, iş arkadaşları ve komşuları, onun dedikodudan,
haramdan uzak durduğunu, kul hakkından çok korktuğunu, insanların gönlünü almak
için tüm imkanlarını kullandığını ve evine gelen her insana mutlaka sofra
kurduğunu anlattılar. Böyle bir insanı tanımaktan çok mutluyum. Ankara’ya her
gelişinde hastanede yatan çocuklar için harcayayım diye para verirdi. O
çocukların hepsi cennet bahçelerine gitti. Allah’tan diliyorum ki onları mutlu
eden Ayten teyzelerine de şefaatçi olurlar. Askerlerin terhis olup
teskereleriyle mutlu olmaları gibi ölüm de kimimiz için böyle. Ölümde bir nevi
hayattan terhis olma.